Son dakika haberler
10814,11%0,74
41,69% 0,01
48,62% -0,44
5338,45% 0,57
8922,33% 2,21
İşte meleklerin ekmeği!
O, yolcuların ekmeği oldu.
İnanlıların ekmeği hakikidir.
(Aquinolu Tommaso)
Yugoslavya’nın dağılmasındaki iç savaşı yaşamış bir sırf yazar olan Predrag Matvejevic doğup büyüdüğü Mostar’dan kaçarak sürgün ve sığınma yeri olarak seçtiği Paris’e gider; eserlerini orada verir. Akademide Sırp edebiyatı üzerin ders veren Yazarın Ekmeğimiz ve Akdeniz’in Kitabı eserleri Yapı Kredi yayınlarından dilimize çevrilmiş.
Bütün dinlerde, mitolojide ve tarihte ekmeğin yeri ayrıdır. Ekmek ışıkla kutsanmış toprağın ürünüdür öncelikle. Sonra insanlıkla sonra ekmek ve şarap ritüeliyle kutsallıkla… Ekmeğin ardında uzun bir geçmiş vardır. Bereketli Hilal adı ekmeğin karın doyurmasına atfen kadim dinlerin doğduğu ve yaşadığı bölgeye verilmiştir. Gılgamış destanı ekmekten söz eder. İnsanoğlunun göçebelikten çiftçiliğe geçişte; ekmeğin serüveni de buna paralel gelişmiş çeşitlenmiştir.
Bir Yunan filozofu; evren ekmekle başlar der…
Ekmek doyucu ve bütün dünyayı ekim dikimi yoğrulması ve pişirilmesi olarak gezmiştir. Yazar ikinci dünya savaşı sırasında önce karşı tarafta olmasına rağmen ekmeğini onlarla paylaşanlara duyduğu minnettarlıkla duygularını paylaşır.
Aynı durum savaş ateşi hertarafı sardığında o da karşı taraftaki askerlere ekmeği ile yardım eder. Dostluk bir ekmek paylaşımı üzerinden şekillenir. Savaşın acısı ne olursa olsun ekmek herkesi paylaşımda birleştirir.
Kitap ekmeğin bütün edebi, dini ve tarihi literatürde yer aldığı şekilde anlatılmasıyla akar gider. Evren ekmekle başlar; zaman ekmeğin çevresinde akar, sevgi dostluk ekmeğin paylaşılmasıyla şekillenir.
Kitap Predrag Matvejev’in ekmek üzerine bir incelemesidir.
Matvejeviç, halen Paris Sorbon Üniversitesinde, Slav Dili ve Edebiyatı Profesörüdür. Ekmeğimiz kitabı kadar ünlü bir diğer eseri de Akdeniz’in Kitabı’dır.
Savaş; ekmeğin değerinin bilindiği yıllar;
Ekmeğimiz kitabının Önsöz’ünde Enzo Bianchi şunları yazar: “Predrag ekmeğinin tek bir kırıntısının bile ziyan edilmediği dünyada savaşları barışları kardeşlikleri ekmek paylaşımıyla özdeşleştirir. Ekmeğin tadına yalnız başına da, katık eşliğinde de varmasını bilir; kıymetinin bilincindedir, onu her bir lokmasında inanılmaz bir yemek, beslenmenin ve paylaşımın bizzat özü olarak yeniden keşfeder. Gerçektende, 20. Yüzyılın iki kanlı harbinde dünya uluslarının birbirlerine düşman olduğu zamanlarda ekmeğini paylaşmak dostluk ve barış simgesidir. Galip te mağlup ta aynı sofraya aynı ekmeğe muhtaçtır; ekmeğini paylaşan sağlam dostluk oluşturuverir. Ekmeğin böyle bir gücü olduğu kesindir. Paylaşılan bir lokma, sadece katığı değil dostluğu da simgeler.
Hayatı iltica, sürgün ve göç arasında geçmiş bütün insanlar için göçmen olmak gittiğin yerde yedi kabuklu ekmeğe talim etmek demektir. Su ve un karışımı aynı zamanda emek, özgürlük, hasret, umut ve uyum demektir. Alıştığı topraklardan uzakta, sevdiklerinden uzakta bütün duyularının gurbet acısıyla kavrulduğu zamanda yedi kabuklu ekmekle karnını doyurur, günlerini geçirirsin. Yedi kabuklu ekmek gurbet acısını simgeler, tattırır ve yaşatır.
Yedi sayısı açlık ve kıtlık yıllarını ifade edecek şekilde geçer. Vahiy kitabında “yedi yıldızdan”, “yedi mühürden”, “yedi borazandan”, “Tanrı’nın öfkesiyle dolu yedi tastan” söz edilir. Muhammed Peygamber, Kuran’da “yedi yolu”, “yedi denizi”, “yedi kat gökleri”, “yedi geceyi”, “yedi yeşil buğday başağını” hatırlatmaktadır. Pek çok dilde sürgün ekmeği, çileli ekmek anlamına gelen yedi kabuklu ekmek deyişi çeşitli bağlamlarda kullanılmış, hatta deyim halini almıştır. Yazar belki de bu deyişi ilk olarak sert ekmekler kemirerek uzun yollar kateden gemicilerin kullandığını da belirtir.
Gurbet, göç, yurdundan ayrı olan insan için Dante; “başkasının ekmeğinin ne denli tuzlu, başkasının merdiveninden çıkmanın, ne denli zor olduğunu göreceksin.” der İlahi Komedya’sında.
Ekmeğin edebi, dini ve tarihsel özellikleriyle birlikte yoğurulup pişirilmesine de değinen yazar Predrag Matvejeviç, ekmek çeşitleri için “sadece unun güzelliği ile değil, fırına konan oduna da bağlı olduğunu, özellikle zeytin ağacı doğru zamanda kesilip, bir süre rüzgarda ve güneşte kurumaya bırakıldığında güzel bir koku yaydığı” nı yazar ve ilave eder, “deneyimli fırıncı, kor kızarır kızarmaz üzerine bir avuç güzel kokulu ot, adaçayı, lavanta, biberiye” attar. Matvejeviç; bir anlamda ekmeğin içine sinen o nefis râyihayı da okuyucuya hissettirir.
Kitap bir anlamda sürülen, göçen, savaşan ve barışa hasret kalan insanların ekmekle dostlukla aile ve yurtla kurduğu özlem kokan bağa da atıf için yazılıp insanlığa armağan edilmiştir.
Yazar ekmeğin serüvenini Taniel Varujen, Ekmeğin Şarkısı dizelerle anlatır.
“Rüzgarlar geçer – başakların altından,
ayın testisinden sütlerin taştığı yerden;
buğday taneleri titreşir.
Harman alanından köye,
köyden değirmene – Deniz geçer [...]
Ve gelinler güzel ekmeği yoğurduğunda,
bu olsun aşkın ezgisi.”